- A -

19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktığım vakit, benim elimde maddi hiçbir kuvvet yoktu. Yalnızca milletimin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran, manevi bir kuvvet vardı. İşte ben bu kuvvete ve Türk milletine dayanarak işe başladım.

"30 Ağustos Zaferi", Türk tarihinin en önemli dönüm noktasıdır. Ulusal tarihimiz çok büyük, parlak zaferlerle doludur. Ama "Türk Ulusu"nun burada kazandığı zafer kadar dünya tarihine yeni bir boyut kazandıran bir savaşı hatırlamıyorum. Yeni "Türk Devleti"nin temeli burada sağlamlaştırıldı, ölümsüz yaşayışı burada taçlandırıldı. Bu alanda akan Türk kanları, bu göklerde uçuşan şehit ruhları, Devletimizin, Cumhuriyetimizin ölümsüz koruyucularıdır. (1924, Dumlupınar)

Acizler için imkansız, korkaklar için müthiş görünen şeyler kahramanlar için idealdir.

Adliyemizin emin olduğumuz yüksek gücü sayesindedir ki, Cumhuriyet, kaçınılmaz gelişimi işleyebilecek ve türlü şekil ve türdeki saldırılara karşı vatandaşın hukukunu ve ülkenin düzenini koruyabilecektir. (1930, TBMM)

Ahmaklar, memleketi Amerikan mandasına, İngiliz himayesine terk etmekle kurtulacak sanıyorlar. Kendi rahatlarını temin etmek için bir vatanı ve tarih boyunca devam edip gelen Türk istiklalini feda ediyorlar.

Aklınızı başınıza toplayınız. Ulusumuz ve yurdumuz için sakıncalı olan yabancılara vicdanlarınızı satarak yaptığınız alçaklığın ulusça yükletilecek sorumluluğunu göz önünde tutunuz. Güvendiğiniz kişilerin ve gücün sonunu öğrendiğiniz zaman kendi sonunuzla karşılaştırmayı unutmayınız.

Altı Ok: Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Milliyetçilik, Laiklik, Devletçilik, Devrimcilik... (1937)

Amacımız ulusal sınırlarımız içinde toprak bütünlüğümüzü, aynı zamanda da tam egemenliğimizi elde etmektir. Bizi bu amaçtan alıkoyacak herhangi bir güce karşı savaşacağız.

Amazonların yurdu Sinop'tur. Tarihi ilişkiler içinde oldukları memleket te Kırım'dır. Bu iki memleket te bilinen tarihten çok eski günlerden beri Türk memleketleridir. Dünyada Türklerden başka hiçbir ulus "asker kadın" töresini bilmez. Türk kadını cesurdur. Gözü pektir. Hiçbir özellikte erkekten ayrı değildir.

Amerikan sistemini memleketimizde tatbik etmeyi hiç hatırıma getirmedim; sistemsiz ve kanunsuz tarzda Reisicumhurlukla, Başvekaleti birleştirmeyi düşünmedim ve düşünecek adam olmadığım bütün milletçe malumdur zannederim.

Artık mazinin hatalarını kökünden temizlemek zamanındayız. Hataları tashih edeceğiz. Bu hataların tashih olunmasında bütün vatandaşların faaliyetini isterim.

Asıl mücadele sahası, kadınlarımız için biçimde ve kılıkta başarıdan çok, asıl zafer kazanılması gereken alan ışıkla bilgi ve kültürle gerçek faziletle süslenip donanmaktır. (21 Mart 1923)

Asırlardan beri miras alınagelen zihniyetleri, adetleri ve ananeleri kökünden çıkarıp atabilmek için, itiraf etmeliyim ki, kolay bir şey değildir; müşkül bir meseledir. (2 Şubat 1923, İzmir - Kız Muallim Mektebi Edebiyat öğretmeni Nuriye Hanım'ın konuşmasına karşılık olarak...)

- B -

Bağımsızlığımız ve varlığımız için emperyalizme karşı yürüyoruz. Giriştiğimiz iş büyük, ağır ve o oranda şerefli ve şanlıdır. Ve bütün dünya şu uğursuz emperyalizm zulmünden kurtulmadıkça, bizim için hayat ve rahat ihtimali düşünülemez. Zulüm dünyası son günlerini ve son nefesini yaşıyor. Avrupa emperyalizmi karşımıza çıkara çıkara Yunan'ı çıkarabildi. Yunan'ı bozguna uğratmak yalnızca yüzbinlerce kardeşimizi cellat bıçaklarından almak değil, belki de bütün dünyanın kurtuluşuna, tarihin en büyük, en şerefli ve en şanlı hizmetini yapmak demektir. Türkler, ayaklanınız! (15 Temmuz 1920 tarihli "Hakimiyet-i Milliye'deki başyazısından)

Bağımsızlıktan yoksun bir millet, uşaklıktan öte bir gözle görülmeye layık olamaz!

Bana öteden beri "Başkanlık" ve buna benzer tekliflerde bulunanlar çok olmuştur. Siz gazeteciler ve efkar-ı umumiye bilmelisiniz ki, bu yoldaki teklifler hoşuma gitmemiştir ve gitmez. Benim gayem Türkiye'de, "Yeni Türkiye Cumhuriyeti"nde millet hakimiyetini egemen kılmak ve ebedileştirmektir. Dediğiniz gibi bir teklifi, benim idealimi cidden rencide eden bir manada telakki ederim. Bu noktada şu veya bu tefsirlere giden sözlerin manasını, beni iyi tanımış olan Türk milleti, benden daha iyi takdir eder. (1938)

Basın, milletin müşterek sesidir.

Bazı genç şairler modern olsun diye mevzusuz şiir yazmak yoluna sapıyorlar. Size tavsiye ederim, gayeli şiirler yazınız. (Mustafa Kemal Atatürk'ün genç şairlerle buluşmasından)

Beceriksiz, aşağılık, duygu ve anlayıştan yoksun bir yaratık olan Vahdettin kendisini kabul eden herhangi bir yabancının kanadı altına sığınabilir, ama böyle bir yaratığın bütün Müslümanların halifesi kimliğini taşıdığını söylemek kuşkusuz uygun düşmez!

Ben Anteplilerin gözlerinden nasıl öpmem ki, onlar yalnız Antep'i değil, Türkiye'yi kurtardılar.

Ben hiçbir dogma, kalıplaşmış fikir bırakmıyorum. Benim manevi mirasım akıl ve bilimdir. Beni takip etmek isteyenler aklın ve bilimin yolundan yürürse manevi mirasçım olurlar.

Ben inkılap ruhunu Tevfik Fikret'ten aldım. Tevfik Fikret'in "Tarih-i Kadim"i yok mu, işte o, yapılması gereken bütün devrimlerin kaynağıdır.

Ben saygıdeğer Fransız milletinin ve şerefli ordunuzun değerli ve güçlü özelliklerini takdirle ve övgüyle karşılarım. Bu bilinçle, ona, ben dostluk elini uzatmak istiyorum. O da benim dostluğumun değerli olduğunu bilmelidir. Buna aynı önemle karşılık vermelidir. Bakınız benim kendi dostluğumun yanında, bütün etrafımda gördüğünüz şanlı ve seçkin kişilerin temsil ettikleri, şerefli güçlerin, Balkan ve Sadabat Paktı güçlerinin değerli, güçlü ve büyük dostluğu var. Bunun önemini, devletinizin anlamaması ve benim isteğimi reddetmesi olasılığını düşünemiyorum. Ben toprak büyütme dileklisi değilim; barışı bozma alışkanlığım yoktur, ancak anlaşmaya dayanan hakkımızın isteyicisiyim. Onu almazsam edemem. "Büyük Millet Meclisi Kürsüsü"nden milletime söz verdim. "Hatay'ı alacağım" dedim. Milletim benim dediğime inanır, sözümü yerine getiremezsem onun huzuruna çıkamam. Ben şimdiye kadar yenilmedim, yenilmem; yenilirsem bir dakika yaşayamam. Bunu bilerek ve sözümü mutlaka yerine getireceğimi düşünerek, benim dostluğumu lütfen siz de yazılı olarak güçlendiriniz. (Ankara Sergievi'nde bir baloda Fransız elçisine hitaben Hatay sorununa olan ilgisini dile getirdiği konuşmasından)

Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler gelir, başka komutanlar hakim olabilir. (25.04.1915, Conkbayırı)

Ben sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısını severim.

Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim düşüncelerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu yeterlidir.

Beni Türk hekimlerine emanet ediniz.

Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.

Bilelim ki milli benliğini bilmeyen milletler başka milletlere yem olurlar.

Bilirsinki çocuk, 1921 senesindeki anlaşmayı yapanların başında ben vardım. O zaman Franklin Boullion ile bu konuda çok şeyler konuşmuştuk. Onları şimdiki Fransız yöneticileri öğrenmemiş veya unutmuş olsa bile, ben asla unutmadım ve unutamam. Bu nedenle defalarca Fransız elçisi Mösyö Ponsot'ya da açıkça söylediğim gibi dava, benim kişisel davamdır ve gerekirse yine kişisel olarak halletmem gerekir. Şayet böyle bir zorunluluk karşısında, yani işi silahla çözmek zorunda kalırsak, tutacağım yolu da çoktan kararlaştırmış bulunuyorum. Böyle bir durumda Devlet Reisliğinden hatta milletvekilliğinden istifa edeceğim. Serbest bir Türk vatandaşı olarak, bu işte çalışan arkadaşlarla beraber Hatay topraklarına geçeceğim. Bildiğin gibi bunun her zaman imkanı ve çok önemli yolları vardır. Oradaki mücahitlerle ve Anavatandan kaçıp bize katılacağından bize katılacağından şüphe etmediğim kuvvetlerle meseleyi yerinde ve içten halletmeye çalışacağım. İsterse Türkiye Hükümeti, beni ve arkadaşlarımı asi ilan eder ve hakkımızda kovuşturma yapar. (Hasan Rıza Soyak'ın Hatay meselesi hakkında "Fransa hakkımızı teslim etmezse ne yaparız?" sorusu üzerine verdiği yanıttan...)

Biliyor musunuz Türk askeri nasıl harp eder? Ayağı, sırtı giyinik olmayabilir. Bazen gıdası bile az olur; fakat O, daima ileri gitmek ister ve o eğilimdedir. Ayağı aksar, yorgundur. Görürsünüz ki, yine yürür ve daima ileri gider. Sorarsınız, "İzmir'e gidiyoruz!" der. Askerimizin çoğu herhalde İzmir'e gitmek istediği için, deniz kıyısına varmadıkça kanmamış, durmamıştır. Çünkü O'na verilen emir: "Akdeniz!" idi. Türk askerinin sinesi yalnız kararlılıkla ve imanla doludur. O göründüğü gibi perişan değildir. O, kabuğu siyah ve içi bembeyaz olan kestaneye benzer. Yani: "Bir cevherdir." O'nunla sohbet ederseniz, O'nun mayasını, huyunu anlar görebilirsiniz; fakat biliniz ki, O, herkese açılmaz. Derdine yakın, derdini anlayan olarak çıkabilirseniz görürsünüz ki, cahil sandığın O "Mehmet" neler bilir, kalbinde ne büyük emeller, fikirler besler! Onun için iddia ediyorum ki: Harpte zafer, kararlı ve imanı kuvvetli olan tarafındır. Ve biz onunla zafer kazandık. (21 Ekim 1922, 'İstanbul Üniversitesi'ndeki gençlere hitaben yaptığı konuşmadan)

Bir "Cumhuriyet"i ve rejimi koruma kanunu neşredilmelidir. Bu kanunda bizzat "Cumhuriyet" aleyhinde olduğu gibi onun temellerini teşkil eden inkılap kanunları aleyhinde fiilen hareket veya harekete teşvik veyahut bu bapta söz ve yazı ile telkin, ağır ceza müeyyidelerine bağlanmalıdır.

Bir milletin başarısı; mutlaka bütün milli güçlerin bir istikamette oluşmasıyla mümkündür. Bu nedenle bilelim ki, elde ettiğimiz başarı milletin güç birliği etmesinden, ortak hareket etmesinden ileri gelmiştir. Eğer aynı başarı ve zaferleri gelecekte de tekrarlamak istiyorsak, aynı esasa dayanalım ve aynı şekilde yürüyelim.

Bir milletin bireyleri düşünür olmadıkça, kitleler istenilen yöne çekilebilirler.

Bir milletin kültür düzeyi üç safhada; devlet, düşünce ve ekonomideki çalışma ve başarılarının özüyle ölçülür.

Bir millette, özellikle bir milletin iş başında bulunan yöneticilerinde özel istek ve çıkar duygusu, vatanın yüce görevlerinin gerektirdiği duygulardan üstün olursa, memleketin yıkılıp kaybolması kaçınılmaz bir sondur.

Bir millette şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi, mutlak o milletin hürriyet ve bağımsızlığına sahip olmasıyla kaimdir. Ben şahsen bu saydığım vasıflara çok ehemmiyet veririm. Milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir.

Bir milletin ıslahı, kötülerin imhası ile değil; neslin eğitim ve terbiyesi ile mümkündür.

Bir milletin yaşlı vatandaşlarına ve emeklilerine karşı tutumu; o milletin yaşama kudretinin en önemli kıstasıdır. Geçmişte çok güçlüyken, tüm gücüyle çalışmış olanlara karşı minnet hissi duymayan bir milletin, geleceğe güvenle bakmaya hakkı yoktur.

Bir ordunun kıymeti zabitan ve kumanda heyetinin kıymetiyle ölçülür!

Bir şahsın yaşadıkça memnun ve mutlu olması için lazım gelen şey kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmasıdır.

Bir takım şeyhlerin, dedelerin, seyyitlerin, çelebilerin, babaların, emirlerin arkasından sürüklenen ve falcılara, büyücülere, üfürükçülere, muskacılara talih ve hayatlarını emanet eden insanlardan mürekkep bir kütleye, medeni bir millet nazarıyla bakılabilir mi?

Bir toplum, bir millet, erkek ve kadın denilen iki cins insandan meydana gelir. Mümkün müdür ki bir kütlenin bir parçasını ilerletelim, diğerini müsamaha edelim de kütlenin hepsi yükselme şerefine erişebilsin? Mümkün müdür ki bir topluluğun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere yükselebilsin?

Bir ulus, bir toplum yalnız bir kişinin çabası ile adımcık bile atamaz.

Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir.

Bir vatana sahip olmanın yolu, o topraklarda yaşanmış tarihi olayları bilmek, doğmuş uygarlıkları tanımak, sahip olmaktan geçer.

Bir zaman gelir, beni unutmak veya unutturmak isteyen gayretler belirebilir. Fikirlerimi inkar edenler ve beni yerenler çıkabilir. Hatta bunlar benim yakın bildiğim ve inandıklarım arasından bile olabilir. Fakat ektiğimiz tohumlar o kadar özlü ve o kadar kuvvetlidir ki bu fikirler Hint'ten, Mısır'dan döner dolaşır; yine gelir, feyizli neticeleri kalpleri doldurur.

Birbirimize daima gerçeği söyleyeceğiz. Felaket ve saadet getirsin, iyi ve fena olsun, daima gerçekten ayrılmayacağız.

Biz, bu milletin bugünkü seviyesini yükseltmekle görevliyiz. Artık savaş dönemi bitti, ekonomi dönemi başladı. Arkadaşım Celal [Bayar] bunu çok iyi görüyor. Millete de göstereceğine inanıyorum. (1930)

Biz, büyük bir devrim yaptık. Ülkeyi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük. Birçok eski kurumu yıktık. Bunların binlerce taraftarı vardır. Fırsat beklediklerini unutmamak gerekir. Ulusun ve devrimin içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korunması için bütün ulusalcı ve cumhuriyetçi güçlerin bir yerde toplanması gerekir.

Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim ve hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikatı gören gerçek alimler çıkabilir.

Biz, memleket ve milletimizin mevcudiyetini ve bağımsızlığını kurtarmak için karar verdiğimiz zaman kendi görüşlerimize tabi bulunuyorduk ve kendi kuvvetimize dayanıyorduk. Hiçbir kimseden ders almadık, hiç kimsenin aldatıcı vaatlerine aldanarak işe girişmedik.

Biz, milliyet fikirlerini tatbikte çok gecikmiş ve ilgisizlik göstermiş bir milletiz. Bunun zararlarını fazla faaliyetle telafiye çalışmalıyız. Çünkü tarih, hadiseler ve müşahedeler, insanlar ve milletler arasında, hep milliyetin hakim olduğunu göstermiştir. Özellikle bizim milletimiz, milliyetini ihmal edişinin çok acı cezasını çekmiştir. Osmanlı devleti içindeki çeşitli toplumlar hep milli inançlara sarılarak milliyetçilik idealinin kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu, onlardan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu sopa ile içlerinden kovulunca anladık. Kuvvetimizin zayıfladığı anda bizi hor ve hakir gördüler. Anladık ki kabahatimiz kendimizi unutmuş olduğumuzmuş. Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak ilk önce biz kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti, hissi, fikri ve fiili olarak bütün davranış ve hareketlerimizle gösterelim, bilelim ki milli benliğini bulamayan milletler başka milletlerin avıdır.

Bize milliyetçi derler, fakat biz öyle bir milliyetçiyiz ki, bizimle işbirliği eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz.

Bizim bugünkü medreselerimiz, vaktiyle medreseler yapıldığı zamanki halinden çok uzaklaşmıştır. Milletimizin, memleketimizin yüksek eğitim kurumlarıyla bir olması gerekir. Bütün memleket evlatları kadın ve erkek orada eğitim görmelidir! (2 Şubat 1923, İzmir'de halkla 7 saat süren sohbetinden)

Bizim görüşlerimiz, bizim prensiplerimiz herkesçe malumdur ki, Bolşevik prensipleri değildir ve Bolşevik prensiplerini milletimize kabul ettirmek için de şimdiye kadar hiç düşünmedik ve teşebbüste bulunmadık.

Bizim milliyetçiliğimiz, medeni dünyada onun esaslı bir unsuru olarak, insanlığın yücelip yükselmesine ve bütün dünyayı mutluluk ve refah içinde yaşatmaya yönelmiş bir milliyetçiliktir!

Bizim tarihimiz, Türk tarihi, bilim belgelerine dayanır. Yeter ki bugünün aydın gençliği, bu belgeleri aracısız tanısın ve tanıtsın. (Ocak 1936)

Bu arada en fazla saygı ile anmak ve daima şükran ile tekrar edilmek lazım gelen bir emek vardır ki o da Anadolu kadınının göstermiş olduğu çok ulvi, çok yüksek, çok kıymetli fedakarlıktır. Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir milletinde Anadolu köylü kadınının üstünde, kadın mesaisi zikretmek imkanı yoktur. Ve dünyada hiçbir milletin kadını "Ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar emek gösterdim" diyemez... Erkeklerimizin teşkil ettiği ordunun hayat kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir. Çift süren, tarlayı eken, ormandan odun kesip getiren, mahsulü pazara götürerek paraya çeviren, aile ocaklarının dumanını tüttüren, bütün bunlarla beraber sırtlarıyla, kağnısıyla, kucağındaki yavrusuyla, yağmur demeyip, kış demeyip, sıcak demeyip cephenin mühimmatını taşıyan hep onlar, hep o ulvi, o fedakar, o ilahi Anadolu kadınları olmuştur. Hepimiz bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı şükran ve minnetle ebediyen taziz ve takdis edelim.

Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümid etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne 7 bin senelik, en aşağı, bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarları ile sallandı, beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurları ile yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı, onları tabiatın babası tanıdı, onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.

Bu isyanı (31 Mart 1909) lalettayin bir isyan hareketi görmek aldanmaya vesile olabilecektir. Memleketin muhtelif yerlerinde ayaklanmalar olduğu, gelen şifrelerle tespit edilmişti. İsyan üç-beş elebaşının işi değildir. Fevkalade geniştir, planlanmıştır, dayanakları vardır. Vaziyet öyle gösteriyor ki dahilden ve hariçten yüksek mevkilerden kışkırtmalar mevcuttur. Meseleye yalnızca asayişin temini nokta-i nazarından bakmak ta hatalı olacaktır. Kanaatimi muhafaza etmek istiyorum. Bunun derinliklerine inilmelidir. Bugün asayişi temin etseniz bile yarın tekrar ortaya çıkmayacağının teminatı nedir? Bu isyanın elebaşıları bu irticai hareketleri başlatırken, milletin hassasiyetine sahip düşünceleri üzerinde hareket etmişlerdir. Yarın da öbür gün de aynı şeyi yapacaklarından emin olabilirsiniz. Bu isyancılar arkalarına başka kuvvetleri de almışlardır. Onların verdiği destekle kendilerinde daha geniş kuvvet vehmetmeye başlamışlardır. Tahmin ederim ki bu hazırlık uzun vakte dayanmıştır. Yapılacak tahkikat bunu ispata yetecektir. Evvela isyan vakit geçirilmeden bastırılmalıdır.

Bugün, bütün dünya milletleri, aşağı yukarı akraba olmuşlardır ve olmakla meşguldürler. Bu itibarla, insan mensup olduğu milletin varlığını ve saadetini düşündüğü kadar, bütün cihan milletlerinin huzur ve refahını da düşünmelidir. Dünya'da ve dünya milletleri arasında sükun, dürüstlük ve iyi geçim olmazsa, bir millet kendisi için ne yaparsa yapsın, huzurdan mahrumdur. Onun için, sevdiklerime ben, şunu tavsiye ederim. Milletleri sevk ve idare eden adamlar, tabii ilkin kendi milletlerinin varlık ve mutluluğunu isterler. Fakat aynı zamanda, bütün milletler için aynı şeyi istemelidirler. Bütün dünya olayları, bize, bu durumu açıktan açığa ispat eder; en uzakta zannettiğimiz bir olayın bize bir gün temas etmeyeceğini bilemeyiz. Bunun için, insanlığın hepsini bir vücut ve her milleti bunun bir uzvu saymak icap eder; bir vücudun parmağının ucundaki acıdan diğer bütün organlar etkilenir. Dünyanın filan yerinde bir rahatsızlık var ise, bundan bana ne dememeliyiz; böyle bir rahatsızlık olursa, tıpkı kendi aramızda olmuş gibi onunla meşgul olmalıyız. Bu olay, ne kadar uzakta olursa olsun, bu esastan şaşmamak lazımdır. İşte bu düşünüş insanları, milletleri ve hükümetleri bencillikten kurtarır; bencillik, şahsi olsun, milli olsun daima fena telakki edilmelidir. O halde, konuştuklarımdan şu neticeyi çıkaracağım; tabii olarak kendimiz için bütün gereken şeyleri düşüneceğiz ve icabını yapacağız. Fakat bundan sonra bütün dünya ile alakadar olacağız. Bir devlet ve milleti idare vaziyetinde bulunanların daima göz önünde tutmaları gereken mesele budur.

Bütün dünya bilsin ki, benim için yandaşlık vardır. Cumhuriyet yandaşlığı, düşünsel ve toplumsal devrim yandaşlığı. Bu noktada yeni Türkiye topluluğunda, bir bireyi bunun dışında düşünmek istemiyorum. Cumhuriyet, ahlaki erdeme dayalı bir iradedir. Cumhuriyet erdemdir. Sultanlık korku ve tehdide dayalı bir idaredir. Cumhuriyet erdemli ve namuslu insanlar yetiştirir. Sultanlık korkuya, tehdide dayalı olduğu için korkak, alçak, sefil, rezil insanlar yetiştirir. Aralarındaki fark bundan ibarettir. (14 Ekim 1925, İzmir Kız Öğretmen Okulundaki konuşması)

Büyük çoğunluğu rençber ve köylüden meydana gelen milletimiz, Batı'nın emperyalizm ve kapitalizm mahkumiyetinden kendini kurtarabilmek için bunlara karşı birleşmiş olarak mücadele ve mübarezeye karar vermiştir ve bu kararını tatbik etmektedir.

Büyük milli disiplin okulu olan ordunun; ekonomik, kültürel, sosyal savaşlarımızda bize aynı zamanda en lüzumlu elemanları da yetiştiren büyük bir okul haline getirilmesine, ayrıca itina ve dikkat edileceğine şüphem yoktur. (Ankara, 1937)

- C -

Cumhuriyet, ahlaksal erdeme dayanan bir yönetimdir. Cumhuriyet erdemdir. Cumhuriyet yönetimi erdemli ve namuslu insanlar yetiştirir. Sultanlık ise korkuya, tehdide dayandığı için korkak, alçak, sefil, rezil insanlar yetiştirir. Aradaki fark bunlardan ibarettir. (1925)

Cumhuriyet, fikren, ilmen ve bedenen kuvvetli ve yüksek seviyeli muhafızlar ister.

Cumhuriyet, fikri hür, anlayışı hür, vicdanı hür nesiller ister.

Cumhuriyeti kuranlar onu korumaya da muktedir olmalıdır.

Cumhuriyeti, onun gereklerini yüksek sesle anlatınız. Bunu yüreklere yerleştirmek için elverişli olan hiçbir durumu kaçırmayınız!

Cumhurreisi'nin halk tarafından seçilmesi mahzurludur, vekillerin seçmesi en iyisidir. Nedenine gelince, yarın birisi çıkar ve "Beni halk seçti" diyerek krallığını ya da diktatörlüğünü ilan ederse, demokrasi tehlikeye girer! Tarihte örnekleri çoktur...

- Ç -

Çağdaş bir "Cumhuriyet" kurmak demek, milletin insanca yaşamasını bilmesi, insanca yaşamanın neye bağlı olduğunu öğrenmesi demektir!

Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden rahat yaşamak isteyen toplumlar önce onurlarını, sonra özgürlüklerini, daha sonra bağımsızlık ve geleceklerini kaybederler.

"Çanakkale Zaferi", Türk askerinin ruh kudretini gösteren şayan-ı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki, "Çanakkale Muharebeleri"ni kazandıran bu yüksek ruhtur.

Çiftçilerimizin gayretiyle memleketimizin verimli tarlaları birer kalkınma kaynağı olacaktır. Şüphesiz bu kalkınma kaynaklarını dünyadaki düşmanlara karşı savunmak için de kıymetli bir ordumuz bulunacaktır.

Çocuklar her türlü ihmal ve istismardan korunmalı ve her koşulda yetişkinlerden daha özel olarak ele alınmalıdır.

Çocuklarımızın ve gelecek nesillerin musikisi garp medeniyetinin musikisidir.

Çok değil, yüz yıla kalmadan, eğer bu sözlerime dikkat etmezseniz göreceksiniz ki; bazı kişiler bazı cemaatlerle bir araya gelerek bizlerin din düşmanı olduğumuzu öne sürecek, sizlerin oyunu alarak başa geçecek, ama sıra devleti bölüşmeye geldiğinde birbirlerine düşeceklerdir. Ayrıca unutmayın ki, o gün geldiğinde her bir taraf diğerini dinsizlikle suçlamaktan geri kalmayacaktır. (17.12.1927, Ankara)

- D -

Dahi odur ki ileride herkesin takdir ve kabul edeceği şeyleri ilk ortaya koyduğu zaman herkes onlara delilik der!

Dahili işlerimizden en mühim bir safha varsa o da Dersim meselesidir. Dahilde bulunan işbu yarayı, bu korkunç çıbanı, ortadan temizleyip koparmak ve kökünden kesmek işi her ne pahasına olursa olsun yapılmalıdır.

Devrimin amacını kavramış olanlar sürekli olarak onu koruma gücüne sahip olacaklardır.

Diğer sahalarda pek açık olan ihtiyaçlara, durmadan ilgililerin dikkatini çekiyorum. Mesela 'umumi kültürü yükseltmek, bir taraftan memlekette ziraat işlerini yeni vasıta ve usullere göre düzenlemek, verimi arttırmak, diğer yandan da ölçülü bir programla muhtaç olduğumuz sanayii kurmak lazımdır' diyorum. Bunları imkan nisbetinde süratle tahakkuk ettirmek, tamamen mesuliyet ve ihtisas sahiplerinin işidir; oralarda benim ortaya atacağım yanlış mütalaalar vazife sahibini şaşırtabilir, tereddüde düşürür. Bu suretle mutlaka aksi tesir yaparak memlekete fayda yerine zarar getirir.

Dil, benliğimizin özüdür.

Din kavramı vicdansal olduğundan, parti, din ile dünya işlerini ve devlet siyasasını birbirinden ayrı tutmayı ulusumuzun çağdaş sosyallık yolunda ilerleyebilmesi için başlıca başarı etkesi görür.

Dinden maddi çıkar elde edenler iğrenç kimselerdir. İşte biz bu duruma karşıyız ve buna izin vermiyoruz. Bu gibi din ticareti yapan insanlar, saf ve masum halkımızı aldatmışlardır. Bizim ve sizin asıl mücadele edeceğimiz ve ettiğimiz bu kimselerdir. (1930-Aktaran: Kılıç Ali)

Dini, mezhebi, dili ne olursa olsun kendini Türk olarak gören ve Türk gibi yaşayan herkes "Türk"tür.

Diyarbakır çevresinde, İngiliz cereyanı ve İngiliz paralarına darbe vurmak elzemdir. Çünkü İngilizler, orasını herhalde devletten ayırıp, bir sömürge haline getirmek ve Kürtleri esarete koymak istiyorlar. Şimdi bütün politika ve yaranma çabaları, bunun etrafında dönüyor. (28 Temmuz 1919)

Dünyada her millet, icraatına tahammül ettiği hükümetin mesuliyetine ortak sayılır.

Dünyada her şey için, maneviyat için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir!

Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği Mehmetçiğinkinden daha temiz, daha sağlam bir askere rast gelinmemiştir. Her zaferin mayası Mehmetçiktedir. Mehmetçiğe kanaati, imanı, itaatı, hiçbir korkunun yıldıramadığı demir gibi pak kalbi, düşmanı nihayet alt eden büyük gayreti için minnet ve şükranımı söylemeyi nefsime en aziz bir borç bilirim.

Dünyaya hakim olan milletleri idare edenler arasında, ne yazık ki, birinci derece devlet adamı çıkmıyor.

Düşman denize dökülmelidir. Bunu başarabilmek için, sonuna dek savaşacaksınız! Son asker kalana dek savaşacaksınız! Bir santimetrelik bile toprağı düşmana teslim etmek yerine, ölmeyi yeğleyeceksiniz!

- E -

Efendiler, biz, tekke ve zaviyeleri din düşmanı olduğumuz için değil; bilakis bu tip yapılar din ve devlet düşmanı olduğu, Selçuklu ve Osmanlı'yı bu yüzden batırdığı için yasakladık. (17.12.1927, Ankara)

Egemenlik ve milli yönetim makamının "Türkiye Büyük Millet Meclisi" olabileceğini tarihi gerçeklere dayanarak açıkladım. (Hilafetin kaldırılması)

Eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse bilimi seçin.

Eğer İsmet Paşa, hükümeti kurmayı kesin olarak çekinmiş olsaydı, Başvekilliği bizzat üzerime almaktan başka çare kalmazdı. Ya ben ya İsmet Paşa... (27.04.1931)

Eğer Meşrutiyetler olmasa idi, "Cumhuriyet" olamazdı. Resneli Niyazi gibi "Meşrutiyet" önderlerine çok şey borçluyuz!

Eğitilmiş ve uzman anneler, çağdaş modern toplumu getirir.

Emperyalistler, Anadolu topraklarında kuşatılmıştır. Bu Anadolu topraklarında bizim masum milletimizin intikamı büyük olacaktır. Bilesiniz ki emperyalizm ağır bir mağlubiyeti mutlaka yaşayacaktır. (Kurtuluş Savaşı sırasında...)

Emperyalistleri kuşatıyoruz. Kuşatılacaklar... (Elini haritadaki Ankara üzerine koyarak) Bozkır Ankarasında bir gün bir ateş yanacak ve emperyalizm yok edilecektir!

Emperyalistlerin pençesine düşen bir kuş gibi safha safha, sefil bir ölüme mahkum olmaktansa babalarımızın oğlu sıfatıyla vuruşa vuruşa ölmeyi tercih ediyoruz.

Emperyalizm Anadolu topraklarında bozkırda yakacağımız ateşle mağlup olacak, ama asıl vazifeler de ondan sonra başlayacak. "Selanik Beyaz Kule"de arkadaşlarıma hep "İktisad-ı Milli"den söz etmişimdir. Emperyalistler kapitülasyonlarla Anadolu'yu tam bir müstemleke haline soktular. İşte büyük zaferden sonra biz de iktisadi devrim hareketine başlayacağız. Selanik'te de söylediğim gibi kapitülasyonlar zamanında saray ve çevresi zengin, halk yoksuldu. Buna son vereceğiz. "İktisad-ı Milli" ve "İktisadi Devrim..." Devrimlerimizden biri olacak!

En büyük düşman, düşmanların düşmanı, ne falan ne de filan millettir. Bilakis bu, adeta her tarafı kaplamış ve saltanat halinde bütün dünyaya hakim olan kapitalizm afeti ve onun çocuğu olan emperyalizmdir.

En önemli nokta terbiye meselesidir!.. Terbiye'dir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüce bir toplum halinde yaşatır ya da bir milleti esarete ve sefalete terkeder!.. (22.09.1924)

Eserinin üzerinde imzası olmayan yegane sanatkar öğretmendir.

Ey kahraman Türk kadını; sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.

- F -

Felaket başa gelmeden önce onu durdurma nedenleri ve savunmasının düşünülmesi gerekir. Geldikten sonra üzülmenin yararı yoktur.

Felsefe, kainat karşısında bir akıl davranışıdır. Bu yüzden felsefe bilmeyen insan, edebiyatçı da olamaz politikacı da olamaz. Felsefe temeli olmayan bir askerin savaşı kazanması mümkündür, ama 'anlaması' mümkün değildir. Benim, felsefe ile ne kadar aram iyi ise, filozoflarla da aram o kadar açık!.. Tuhaf görünen bir söz, ama bütün filozofların hastalığı her şeyi bir tek sebebe bağlamaktır. Benim prensibim, her olayı kendi kanunları içinde incelemektir. Ama bunu yaparken hiçbir zaman 'insanı' gözden kaçırmam.

Ferdiyet inkışafının mani karşısında kalmaya başladığı nokta, devlet faaliyetinin hududunu teşkil eder.

Fikirler cebir ve şiddetle, top ve tüfekle asla öldürülemez.

Fikret (Tevfik Fikret) sadece bir şair değil, aynı zamanda devrimci düşün felsefesinin de büyük bir temsilcisidir. O'nu oku kızım, tekrar tekrar oku, defalarca oku. Belle, öğren Fikret'i ve düşüncelerini... Onda gerçek insaniyeti, üstün insanlık duygularını göreceksin. O, halkının lehine olan her olumlu eyleme katılmaya hazır bir başkaldırıcıdır. Ezenin karşısında, ezilenin yanındadır. Putları yıkmak, tek bir insanın egemenliğini yıkmak ya da sınıfların hakimiyetini yıkmaktır O'nun amacı... Ben ilk gençliğimden beri hep O'nu okumuşumdur. İstanbul'a her gidişimde, Aşiyan'a çıkarak, O'nun manevi huzurunda rahatlamaya çalışmışımdır. (Manevi kızı Sabiha Gökçen'e Tevfik Fikret hakkında söylediklerinden)

Fransa ve bütün dünya şu hakikatı bilmelidir: T.C. çok haklı olduğu Hatay davasını ortaya atarken, bunun bütün neticelerini düşünmüştür. Dava, milletlerarası olmuştur. Davasında haklı olan Türkiye'dir. Artık dinlenilecek sözün kimin ağzından çıktığına çok dikkat etmelidir. Türk'ün sözü, Türk'ün haklı ve yerinde sözü, Türk'ün kendisidir. Ona riayet etmemek, onu tanımamak, onu hiçe saymak, buna cesaret göstereceklerin düşünemedikleri akıbetle karşılaşacaklarına asla şüphe etmemelidir. İşte bizim bu dakikada söyleyeceğimiz bundan ibarettir.

Fransızlar Suriyelileri adam yapmak istiyorlarmış. Fakat evvela kendileri adam olsunlar. Suriyeliler zeki, modern ve nazik insanlardır. Fransızların terbiyesine ihtiyaçları yoktur. (21-22.12.1937)

- G -

Garip şey! Çocuk, biz istesek bile Fransızlar, Sancak için bizimle bir harbe girerler mi hiç? Arkadaşlar bunu nasıl düşünebiliyorlar? Görmüyorlar mı ki bugün Fransa'nın bizzat anavatanı büyük tehlikelerle sarılı haldedir. (Hasan Rıza Soyak'ın anlatılarından...)

Gaye ve prensip itibariyle bizimle tamamen ortak olan "Türkiye İştirakiyun Teşkilatı"ndan maddeten ve manen hakkıyla istifade edebilmekliğimiz için, teşkilatın sadece "Büyük Millet Meclisi Riyaseti"yle irtibat tesis ve muhafaza eylemesi lazımdır. Türkiye dahilinde tatbik edilecek her türlü teşkilat ve inkılaplar ancak bu kanal vasıtasıyla yapılabilir.

Geçmişini bilmeyen geleceğine yön veremez.

Gelecek gençlerin, gençler ise öğretmenlerin eseridir.

Gençler, vatanın bütün ümit ve istikbali size, genç nesillerin anlayış ve enerjisine bağlanmıştır.

Gerek şahsen ben ve gerekse bütün mesai arkadaşlarım çoğunluğu rençber ve köylüden ibaret olan milletimizin bağımsızlığını tesis ve temin yegane gayesini takip etmekteyiz.

Gericilere hoşgörü göstermek yüce bir terbiye göstergesi değil; bir milletin mutluluğuna, şerefine ve namusuna göz dikenlere hoşgörüdür ki, hiçbir zaman ve hiçbir kişi buna izin veremez!

- H -

Hakikaten bu gençler (Ankara Subay Adayları Talimgahı Mektebi'nden dört aylık sıkı eğitimden sonra ilk mezun olanlar) başlarında subayları ve öğretmenleri oldukları halde buraya gelmişler ve burada fedakarlığın maddi bir misalini vücuda getirmişlerdir. Bundan dolayı esasen takdire ve tebriğe değerdir. Ordumuz, hayat ve haysiyet mücadelesinde, milletin ve milletin gayelerinin yegane dayanağıdır. Orduda inzibatın yegane tecelli vasıtası aydın, kahraman, fedakar subaylardır. Şu fevkalade ahval ve şartların heyecanlarıyla, gayeleriyle yetişecek olan genç subaylarımız, bize bağımsızlık için daha kuvvetli ümitler bahşedeceklerdir. (1 Kasım 1920)

Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir!

Hakimiyet ve saltanat kimse tarafından hiç kimseye ilim icabıdır diye görüşmeyle, tartışmayla verilmez. Hakimiyet ve saltanat kuvvetle, kudretle, zorla alınır. Osman oğulları Türk milletinin hakimiyet ve saltanatına zorla el koymuşlardır. Bu haksız durumu altı yüzyıldan beri sürdürmüşlerdir. Şimdi de Türk milleti bunlara hadlerini bildirerek, hakimiyet ve saltanata isyan ederek idareyi kendi eline almış bulunuyor. Bu bir oldu bittidir. Konumuz millete saltanatı bırakmak ya da bırakmamak değildir. Mesele zaten olup bitmiş bir gerçeği ifade etmekten ibarettir. Bu derhal olacaktır. Meclis ve herkes meseleyi olduğu gibi görürse doğru olur. Aksi takdirde gerçek yine gerektiği şekilde belirtilecektir. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.

Halkını cehalet ve sefalete teslim eden yöneticiler yok olmaya, cehalet ve sefalete sürükleyen yöneticileri seçen halk ise köle olmaya mahkumdur.

Hangi istiklal vardır ki, ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin?

Harp, zorunlu ve kaçınılmaz olmalıdır. Milletin hayatı tehlikeyle karşı karşıya kalmadıkça harp bir cinayettir.

"Hatay dediğimiz topraklar bütün kapsamlı manasıyla Türk topraklarıdır. Bu hakikati biz 1921'den itibaren tespit ettirmiş bulunuyoruz. Fransızlar, bizi esastan uzaklaştıracak tekliflerle gelip, kendi hesapları için ısrar ederlerse, benim kanaatime göre müşkül vaziyete düşecek olan T.C. Devleti değil, Fransız Devleti olacaktır. T.C. Hükümeti olarak, harpsiz anlaşma tarzı, tercih ettiğimiz yoldur. Fakat Fransızlar bizi aldatma yoluna saparlarsa, onların hiç ummayacakları derecede ciddi davranmamız zaruridir. Bu ciddiyetin icap ettirdiği son tedbirler -ki askeri olacaktır- buna girişmeden önce, Fransa ve Milletler Cemiyeti'ndeki nüfuzlu devletler açık ve kati haberdar edilmelidir. Bütün bu düşünce ve görüşlerin sonunda, dikkatinize koymak istediğim nokta şudur: Milletler Cemiyeti'nde aleyhimize karar çıkmadan evvel, Hatay ve Suriye sınırında, T.C. Hükümeti'nin, haklı görüşünü fiilen elde etmeye muktedir ordunun, şimdiden hazırlanmasına, fiilen başlanmasıdır. Bunda geç kalmak, büyük T.C. Devleti'nin sözünün, şerefinin, haysiyetinin bugün olduktan başka, gelecekte de kıymetsizliğine sebep olur. Kısacası, askeri hazırlığa başlamakta bir an gecikme bizi dünyaya rüsva eder. Bu hususta milyonlar, mühim ve mukaddes maksat için hiçtir." (Atatürk tarafından 31 Aralık 1936 tarihinde Başbakan İsmet İnönü'ye gönderilen "Hatay Meselesi Üzerine Not"tan...)

Hatay nedir? Küçük bir şey... Bize verin demiyorum, ihtiyacımız yoktur. Mesele, benim için bir namus meselesidir. Mesele, Suriye ile aramızda kalınca binbir dostluk yolları ile uyuşuruz. Fransızlara veremem. Açık söylüyorum, "Türkiye Cumhuriyeti" Hatay'ı Suriye'den değil, Fransızlardan almıştır.

Hattı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün bir vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz!

Hayatın felsefesi, tarihin garip tecellisi şudur ki, her iyi, her güzel, her faydalı şey karşısında onu imha edecek bir kuvvet belirir. Bizim lisanımızda buna irtica derler.

Hayatta yegane varlığım ve servetim Türk olarak doğmamdır!

Haydi diyelim ki ben Başkanlık gafletine düştüm. Vekaletlerin yürütmekte oldukları işlerin büyük kısmı bilgi ve ihtisas isteyen konular olduğuna göre... Benim ortaya atacağım yanlış mütalaalar vazife sahibini şaşırtabilir, tereddüde düşürür. Bu suretle mutlaka aksi tesir yaparak memlekete fayda yerine zarar getirir. (1938)

Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan sınır meselesi tayin ve tespit edilirken, milli sınırımız İskenderun'un güneyinden geçer, doğuya doğru uzanarak Musul'u, Süleymaniye'yi, Kerkük'ü ihtiva eder. İşte milli sınırımız budur dedik! Halbuki Kerkük kuzeyinde, Türk olduğu gibi Kürt de vardır. Biz onları ayırmadık. Dolayısıyla muhafaza ve müdafaasıyla meşgul olduğumuz millet, bittabi bir unsurdan ibaret değildir. Muhtelif İslami unsurlardan meydana gelmektedir. (1 Mayıs 1920 - TBMM'de yaptığı konuşmadan...)

Hepiniz bilirsiniz ki, Avrupa'nın en önemli devletleri, Türkiye'nin (Osmanlı'nın) zararıyla, Türkiye'nin (Osmanlı'nın) geriletilmesiyle ortaya çıkmışlardır. Bugün bütün dünyayı etkileyen, milletimizin hayatını ve ülkemizi tehdit altında bulunduran gelişmelerin hepsi, Türkiye'nin zararıyla gerçekleşmiştir. Eğer güçlü bir Türkiye (Osmanlı) varlığını sürdürseydi, İngiltere'nin bugünkü siyaseti var olmayacaktı. Türkiye (Osmanlı), Viyana'dan sonra Peşte ve Belgrad'da yenilmeseydi, Avusturya-Macaristan siyasetinin sözü edilmeyecekti. Fransa, İtalya, Almanya da aynı kaynaktan esinlenerek hayat ve siyasetlerini geliştirmişler ve güçlendirmişlerdir. (6 Mart 1922 - TBMM Gizli Celse Zabıtları 3. Cilt)

Her fabrika, bir kaledir.

Her şeyden evvel bilgisizliği ortadan kaldırmak lazımdır. Bu sebeple maarif programımızın, maarif siyasetimizin temel taşı, bilgisizliğin giderilmesidir. Bu giderilmedikçe yerimizdeyiz. Yerinde duran bir şey ise geriye gidiyor demektir. Bir taraftan genel olan cahilliği yok etmeye çalışırken, diğer taraftan toplumsal hayatta bizzat faal ve faydalı, verimli elemanlar yetiştirmek lazımdır. Hanımlar, beyler! Katiyen bilmeliyiz ki, iki parça halinde yaşayan milletler zayıftır, hastadır. (27 Ekim 1922)

Heyet-i muhtereminiz, bütün cihana karşı milletimizin mevcudiyetini ve birliğini göstermiştir! (Erzurum Kongresindeki konuşmasından)

Hiçbir millet diğer bir millete egemenlik ve bağımsızlık vermez! Kuvveti olmayan milletlerin egemenlik ve bağımsızlığı gasp olunur. Kuvvet, ordudur!

Hiçbir zaman ümitsiz olmayacağız, çalışacağız ve memleketi kurtaracağız! 

Hürriyetin de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası ulusal egemenliktir.

- İ -

İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal... İkinci Mustafa Kemal, O'nu "ben" kelimesiyle ifade edemem; O ben değil, bizdir! O, ülkenin her köşesinde yeni düşünce, yeni yaşam ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim girişimlerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal O'dur!

İkili anlaşmalar taraflardan birinin esareti ile sona erer! (28 Ekim 1938)

İktisadi vaziyetimizi, askeri vaziyetimizden ve siyasi vaziyetimizden ayrı bir vaziyetmiş gibi görmek vahim bir hatadır.

İnsanlar ancak emelleriyle düşüncelerinin ne olduğunun onlara anlatılmasıyla yönlendirilebilir ve yönetilebilir. İnsanları istediği gibi kullanan kuvvet; düşünceler ve bu düşünceleri onlara anlatıp tanıtan ve toplumun geneline yayan kimselerdir. Düşüncenin özelliği de hiçbir karşı çıkışın bozamayacağı mutlak bir biçimde kendi kendini kabul ettirmektir. Bu ise, düşüncenin yavaş yavaş duygularla bütünleşerek inanca dönüşmesiyle mümkündür. Ve böyle olduktan sonradır ki, onu sarsmak için bütün diğer mantık ve akla vurma yöntemlerinin hükmü olamaz.

İnsanlığa müteveccih fikir hareketi er geç muvaffak olacaktır. Bütün mazlum milletler, zalimleri bir gün mahv ve nabut edecektir. O zaman dünya yüzünden zalim ve mazlum kelimeleri kalkacak, insanlık kendisine yakışan bir halet-i içtimaiyeye kavuşacaktır.

İsmet Paşa'nın gerek "Genelkurmay Başkanlığı"nda gerekse daha sonraki "Cephe Komutanlığı"nda gösterdiği varlık ve üstün çaba, kendisine görev verilişteki yanılmazlığımı eylemli olarak ortaya koymuş bulunduğu için millet karşısında, ordu karşısında ve tarih karşısında içim adamaklıllı rahattır.

İstirahat uykusu aramanın bu istirahatten yalnız bizim değil, bütün milletimizin ebediyen mahrum kalmasına sebebiyet verebileceğini hepinize hatırlatırım. Bütün arkadaşlarımın hemfikir olduklarına ve düşmanı tamamen dökmedikçe yorgunluk belirtileri göstermeyeceklerine şüphe yoktur. (3 Mayıs 1915)

İş Bankası Kurumu, Cumhuriyet tarihinde ekonomi bakımından başlı başına yer alacaktır.

İşte, mazlum bir milletin intikamını böylece almış olduk. Bize teslimiyeti imzalattılar ama biz milli mücadele ve Anadolu ihtilalini kazanarak o teslimiyet belgesini yırtıp attık! (Fahrettin Altay Paşa'ya hitaben ve Cumhuriyet'in ilan edilmesiyle ilgili olarak - 30.10.1918)

İttihatçıların çok kusurları ve yanlışları olabilir; ancak, vatanperverlikleri münakaşaların üstündedir.

- K -

Kadın meselesinde cesur olalım, kuruntuyu bırakalım, açılsınlar, onların zihinlerini ciddi ilimler ve fenler ile süsleyelim, şeref ve gurur sahibi olmalarına birinci derecede önem verelim. (1918, Viyana-Karlsbat)

Kadında süslenme; ışıkla, bilgiyle, kültürle ve faziletle olur.

Kadınımızın, kızımızın yeri medeniyetin emrettiği, medeniyetin getirdiği yeniliklerin yeridir.

Kadınlarımız erkeklerden daha çok aydın, daha çok verimli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar.

Kadınlarımız için asıl mücadele alanı, asıl zafer kazanılması gereken alan, biçim ve kılıkta başarıdan çok, ışıkla, bilgi ve kültürle, gerçek faziletle süslenip donanmaktır. Ben muhterem hanımlarımızın Avrupa kadınlarının aşağısında kalmayacak, aksine pek çok yönden onların üstüne çıkacak şekilde ışıkla, bilgi ve kültürle donanacaklarından asla şüphe etmeyen ve buna kesinlikle emin olanlardanım.

Kadınlarını geri bırakan toplumlar, geride kalmaya mahkumdurlar.

Kapıda duran nöbetçi bile benden korkmaz. İsterseniz kendisine sorunuz. Korku üzerine egemenlik kurulmaz. Korkuya dayalı egemenlik sürekli olmaz. Böyle bir egemenlik ve hatta diktatörlükle ancak iktidar olunur; o da geçici bir zaman için... Benim her emrim yapılır, çünkü benden yapılmayacak emir çıkmaz! (Asıf İlbay'ın anılarından...)

Kendi kişisel çıkarları için yabancılarla işbirliğine giren ve gücünü halktan almayan küçük bir azınlığın dışındaki tüm güçler aralarındaki etnik, dini ve siyasi ayrımları erteleyerek ulusal kurtuluş mücadelesi yolunda birleşmelidirler. (1921 / İrade-i Milliye)

Kişisel iktidar gibi zararlı bir örnek bırakarak ölmeyeceğim. Parlamenter bir "Cumhuriyet" kuracağım.

Kitapsız yaşamak kör, sağır, dilsiz yaşamaktır.

Kubilay Bey şehit edilirken mürtecilerin gösterdikleri vahşet karşısında, ahaliden bazılarının onlara alkışla destekte bulunmaları, bütün cumhuriyetçi ve vatanperverler için utanılacak bir hadisedir.

Kuvveti olmayan milletlerin egemenliği ve bağımsızlığı gasp olunur. Kuvvet ordudur!

- L -

Laiklik, asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkanını temin etmiştir. (1930)

Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyeti de demektir. (1930)

Liderlik; halkı ayrıştırmak değil, kaynaştırmak ve bir arada tutmayı başarmaktır!

"Lozan Barış Antlaşması"nın ihtiva ettiği esasları, diğer barış teklifleriyle mukayeseye mahal olmadığı fikrindeyim. Bu antlaşma, Türk milleti aleyhine asırlardan beri hazırlanmış ve "Sevr Antlaşması"yla tamamlandığı zannedilmiş büyük bir suikastin yıkılışını ifade eder bir vesikadır. "Osmanlı Devri"ne ait tarihte görülmemiş bir siyasi zafer eseridir!

- M -

Mazlum milletler, zalimleri bir gün mahv ve yok edecektir. O zaman dünya yüzünden zalim ve mazlum kelimeleri kalkacak, insanlık kendisine yakışan bir toplumsal hale mazhar olacaktır.

Memleketi şimdilik üç büyük kültür bölgesi halinde mütalaa ederek, Batı Bölgesi için "İstanbul Üniversitesi"nde başlamış olan islahat programını daha radikal bir tarzda tatbik ederek Cumhuriyet'e, cidden modern bir üniversite kazandırmak, Merkez Bölgesi için "Ankara Üniversitesi"ni az zamanda kurmak lazımdır. Doğu Bölgesi için Van Gölü sahillerinin en güzel bir yerinde, her şubeden ilkokullarıyla ve nihayet üniversitesi ile modern bir kültür merkezi yaratmak yolunda, şimdiden fiiliyata geçilmelidir. Bu hayırlı teşebbüsün, Doğu vilayetlerimiz gençliğine bahşettiği feyz, Cumhuriyet Hükümeti için ne mutlu bir eser olacaktır. Tavsiye ettiğim bu yeni teşebbüslerin, eğitmen ve öğretmen ihtiyacını ziyadeleştireceği şüphesizdir. Fakat bu yön, hiçbir vakit işe başlama cesaretini kırmamalıdır. Vekalet'in geçen yıl içinde bu yönden yaptığı tecrübeler çok ümit verici mahiyettedir. (1 Kasım 1937 günü TBMM'nin açılış töreninde yaptığı konuşmadan)

Memleketimizin başına gelen felaketlerin çoğu şahsi idareden gelmiştir. Bu kadar geri kalmamızın başlıca amillerinden biri budur. Biz öteden beri, böyle bir idareyi bertaraf etmek için mücadele ettik. Şimdi nasıl olur da benim aynı yola gitmekliğim, yeniden devlet hayatında tarafımdan böyle bir çığır açılması istenebilir!

Memlekette topraksız çiftçi bırakılmamalıdır. Bundan daha önemli olanı ise bir çiftçi ailesini geçindirebilecek toprağın, hiçbir sebep ve suretle bölünemez bir maliyet alması, büyük çiftçi ve çiftlik sahiplerinin işletebilecekleri arazi genişliği, arazinin bulunduğu memleket bölgesinin nüfus kesafetine ve toprak verim derecesine göre sınıflamak lazımdır. (1 Kasım 1937, TBMM Açış Konuşması)

Millet Meclisi'nde bana ne kadar karşı koyan olursa olsun, o Meclis büyük Türk milletinin temsilcisi oldukça, bana lazımdır. Ben milletin adamıyım. Onun sağduyusu dışında hareket eden adam durumuna asla düşmem.

Millet sevgisi kadar büyük mükafat yoktur.

Milletimizin kat etmeye mecbur olduğu merhaleler büyüktür, ulaşılması zaruri olan hedefler çoktur. Mutlaka bu merhaleler kat olunacak, en nurlu hedeflere varılacaktır. Onun için birbirimize vereceğimiz işaret; ileri, ileri daima ileridir.

Milletin bağımsızlığını yine milletin kararı kurataracaktır!

Milletin umumi eğilimi, benim şu veya bu zaruret karşısında Başvekil olmamı icap ettirirse, bu vazifeyi kemal-i tevazu ve minnetle yapmaya hazırım. Bu takdirde benim aynı zamanda Reis-i Cumhurluğu üzerimde bulundurmamın kanuni imkanı elbette yoktur.

Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, yok olur. Milletin esareti üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar.

Muharebeyi iyi yapabilmek için harbi gözden kaçırmayacaksın! Gözden kaçırdın mı 'muharebeyi' belki kazanırsın, ama 'harbi' kaybedersin.

Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

Musul, bizim için çok kıymetlidir; birincisi, civarında sonsuz servet teşkil eden petrol kaynakları vardır. İkincisi, bunun kadar mühim olan Kürtlük meselesidir. İngilizler orada bir Kürt hükümeti teşkil etmek istiyorlar. Bunu yaptıkları takdirde bu fikir bizim sınırımız dahilindeki Kürtlere de sirayet edebilir. Bu fikre engel olmak üzere sınırı güneyden geçirmek lazımdır. (16 Ocak 1923, İzmit - Gazetecilere yaptığı açıklamadan)

Mutlaka şu veya bu sebepler için milleti savaşa sürüklemek taraftarı değilim. Savaş zorunlu ve hayati olmalıdır. Ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe, savaş bir cinayettir.

Müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı hakim olacaktır.

- N -

Namus kılıcın keskin ağzındadır. Ya o yana, ya bu yana. Kılıcın keskin ağzının namussuzluk yanına düştüler mi artık namus çok gerilerde kalmış demektir ve hesap verirler. (Mondros sonrası)

Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklalden mahrum bir millet, medeni insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık sayılamaz.

- O -

Onlar (Türk askerleri) o denli sakindiler ve Allah'a o denli güveniyorlardı ki, onlara imrendim. Bu adamlar savaşın kahramanıdırlar! Onlar, arkadaşlarının ölümlerine tanık olmakta ve kendi saatlerinin de gelmiş olduğunu kabul etmektedirler. Ellerinde hiçbir titreme belirtisi yok, bakışlarında ise coşku okunmakta. Allah'tan başka kim bir insanın aklından geçenleri okuyabilir? Onların asaleti karşısında küçülüyorum.

Ordu istemeyen ve ordunun yüklediği maddi-manevi fedakarlığı göze alamayan bir millet esirlik zincirini kendi elleriyle boynuna geçirir.

Ordunun hayat ve saadet kaynağı, bağımsızlığı takdir eden milletin, kuvvetin lüzumuna olan vicdani imanıdır.

Orduya ilk katıldığım günlerde, bir Arap binbaşısının "Kavm-i Necip evladına sen nasıl kötü muamele yaparsın?" diye tokatladığı bir Anadolu çocuğunun iki damla gözyaşında Türklük şuuruna erdim. Onda gördüm ve kuvvetle duydum. Ondan sonra Türklük benim derin kaynağım, en derin övünç menbam oldu. Benim hayatta yegane fahrim, servetim Türklükten başka bir şey değildir.

- Ö -

Öğretmenler! Yeni nesli, cumhuriyetin fedakar öğretmen ve eğitimcileri, sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin maharetiniz ve fedakarlığınız derecesiyle orantılı bulunacaktır.

Öyle sanıyorum ki Enver Paşa ile aramızdaki en büyük fark birimizin gerçekçi, diğerimizin hayalci oluşudur. Bakın Talat Paşa O'nun gibi hayalci değildir. Talat Paşa ile iyi anlaşıyorduk, hatta "Milli Mücadele"ye atıldıktan sonra şehit edilmeden önce bana Berlin'den mektuplar göndermiş, tutmuş olduğum yolu övmüştü.

- P -

Padişahlıktan yeni kurtulduk. Başınıza gelecek yeni padişahlar aramayın!

- S -

Saltanat-hilafet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği, alçakça tedbirler araştırmaktadır.

Samimiyetin dili yoktur. O, gözlerden anlaşılır.

Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından birisi kopmuş demektir.

Sarayların içinde Türk'ten farklı unsurlara dayanarak, düşmanlarla ittifak ederek Anadolu'nun, Türklüğün aleyhinde yürüyen çürümüş gölge adamların Türk vatanından kovulması, düşmanların denize dökülmesinden daha kurtarıcı bir harekettir.

Savaş, nihayet meydan savaşı sadece karşı karşıya gelmiş iki ordunun çarpışması değil, milletin çarpışmasıdır. Meydan savaşı milletlerin bütün varlıklarıyla, bilim ve teknik alanlarındaki seviyeleriyle, ahlaklarıyla, kültürleriyle; kısacası bütün maddi ve manevi güç ve nitelikleriyle ve her türlü vasıtalarıyla çarpıştığı bir sınav alanıdır. Bu alanda milletlerin gerçek güç ve kıymetleri ölçülür.

Sayın hafızlar, içinde bulunduğumuz kutsal Ramazan ayı içinde camilerde okuyacağınız mukabelelerin tamamını okuduktan sonra Türkçe olarak da cemaate açıklayacaksınız!

Siz [İsmet İnönü], bildiğiniz gibi hükümet işlerinizi yürüteceksiniz; ben de Mühürcübaşınız olacağım, öyle mi? Başvekil demek 'dokunulmazlık demek' değildir! Elbette yaptığınız işler tenkit edilecektir. Beğenmediklerimi ikaz edeceğim, düzelteceksiniz. Sizin göreviniz budur!

Sovyetler Birliği'ne karşı asla bir saldırı politikası gütmeyeceksiniz. Doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak Sovyetler'e yöneltilmiş herhangi bir antlaşmaya girmeyecek ve böyle bir antlaşmaya imza koymayacaksınız.

Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı geçecektir.

Söz konusu olan vatansa, gerisi teferruattır.

Spor ve beden hareketleri, ulusal eğitimin vazgeçilemeyecek temeli ve önemli bir bölümüdür. Bu nedenle Türk gençliğinde ve Türk halkında spor ve beden hareketlerine sevgi ve ilgi uyandırmalı; bunlar bir kitle hareketi, ulusal bir etkinlik haline getirilmelidir.

Suriyelilerin ordusu yoktur. Fakat bizim ordumuz kafi. Söz veriyorum: İcap ederse girerim ve sonra yine çıkarım. Temenni ederim ki, buna mecbur olmayalım. Suriyeliler, bir kere tutununuz, ordu yapınız! Korkmayınız! Bir şey yapamazlar. Kuvvet kullanmaz iseniz her şey yaparlar. (Bugün toprak bütünlüğünü kahramanca savunan Suriye, Fransızlardan bağımsızlığını da "ordu yaparak" sağlamıştır.)

Suriye'nin birçok şehirlerinde yaşadım. Daha sonra kumandan olarak da bulundum. Bütün kabahat "Osmanlı İmparatorluğu"ndadır. "Balkan Harbi" sonunda "Gelibolu"da idim. Ben Talat Paşa'ya teklif ettim. "Suriye'ye, Irak'a bağımsızlık veriniz" dedim. Talat Paşa, "Bunu başkasına söyleme, seni asarlar" dedi. Fakat yapılacak şey bu idi. Eğer yapılsa idi bugün Türkiye, Suriye ve Irak, ki zaten kardeştirler, bugün daha samimi kardeş olacaklardı, bağımsız Suriye, Irak ve Türkiye...

- Ş -

Şaşarım o efendilerin aklı perişanına... Hep biliyoruz ki, memleketimizin başına gelen felaketlerin çoğu şahsi idareden gelmiştir. Bu kadar geri kalmamızın başlıca amillerinden biri de budur. Biz öteden beri, böyle bir idareyi bertaraf etmek için mücadele ettik. Şimdi nasıl olur da benim aynı yola gitmekliğim, yeniden devlet hayatında tarafımdan böyle bir çığır açılması istenebilir?

Şüphe yok yükselme adımları, iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmak ve ilerleme ve yenilik alanında birlikte yol alınmak gerekir. Böyle olursa inkılap muvaffak olur. Memnuniyetle görmekteyiz ki bugünkü gidişimiz ihtiyaçlara yaklaşmaktadır. Herhalde daha cesur olmak lüzumu açıktır.

- T -

Tam bağımsızlık, ancak ekonomik bağımsızlıkla mümkündür. (1922)

Tarih, hayal mahsulü olamaz. Tarih yazarken gerçek olayları bulmaya çalışmalıyız. Eğer bunları bulamazsak, meçhuliyeti ve bu noktada bilgisizliğimizi itiraf etmekten çekinmeyelim. Biz daima hakikati arayan ve buldukça ve bulduğumuza inandıkça ifadeye cüret gösteren insanlarız.

Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.

Tarihimizi tetkik ediniz: Türk'ün çektiği bütün felaketler, maruz kaldığı tehlikeler ve musibetler hep kendi öz benliğini, milli varlığını ihmal ederek; nereden geldikleri, ne oldukları ve hangi nesle mensup bulundukları belirsiz bir takım kimseleri, kendilerine reis tanıyarak onların şuursuz bir vasıtası olmak mevkiine düşmüş olmasındandır.

Tarihin ve tecrübenin süzgecinden arta kalmış bir gerçek vardır. Türk tarihi incelenirse gerileme ve çöküntü nedenlerinin iktisadi sorunlara bağlı olduğu görülür. Tam bağımsızlık için şu kural vardır: Milli egemenlik, mali egemenlikle desteklenmelidir. Bizleri bu hedefe götürecek tek kuvvet ekonomidir. Siyasi ve askeri zaferler, başarılar ne kadar büyük olursa olsun, iktisadi zaferlerle taçlandırılmadıkça kalıcı olamaz.

"Toros Dağları"nın tepelerinde tek bir Türkmen evinin bacası tüter halde kalmış ise, ben bu milletten umudumu kesmem; bayrağımı göğsüme sarar, milletimin istiklali uğruna ölürüm!

Türk çocuğu, ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.

Türk demek Türkçe demektir. Milliyetin en bariz vasıflarından biri dilidir. Türk her şeyden önce ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır.

Türk devletinin dayandığı esaslar tam bağımsızlık ve kayıtsız şartsız milli egemenlikten ibarettir. Tam bağımsızlık denildiği zaman siyasi, mali, askeri, iktisadi ve her konuda tam bağımsızlık kast edilmektedir. Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklalden mahrum bir millet, medeni insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık sayılamaz!

Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği sayısız felaketler içinde ahlakının, geleneklerinin, hatıralarının, çıkarlarının, kısaca bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde korunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin kalbidir, zihnidir.

Türk inkılabı denildiği vakit, bunun kadının kurtuluş inkılabı olduğu beraber söylenecektir. Şimdi almakta olduğumuz teşebbüs, bu kurtuluş istikametinin tamamlanması, sonuçlanması ve en verimli hale getirilmesidir. (09.12.1934)

Türk milletine taarruz eden düşman, önce Türk subayını aşağılamak ister. (31.07.1920, Afyonkarahisar)

Türk milletinin efendisi, gerçek müstahsil olan köylüdür.

Türk neferi kaçmaz, kaçmak nedir bilmez. Eğer Türk neferinin kaçtığını görmüşseniz, derhal kabul etmelidir ki onun başında bulunan en büyük kumandan kaçmıştır!

Türk; övün, çalış, güven!

Türk ulusu güçlükleri ulusal birlik ve beraberlikle yenmesini bilmiştir.

Türk vatanperverliğinin birinci ayırıcı vasfı, vatan müdafaası daveti karşısında her işi bırakarak silah altına koşmaktır.

Türkiya'nın hakiki sahibi ve efendisi kimdir? Bunun cevabını derhal birlikte verelim. Türkiya'nın hakiki sahibi ve efendisi, hakiki üretici olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok refah, saadet ve servete müstahak ve layık olan köylüdür. Dolayısıyla, "Türkiya Büyük Millet Meclisi Hükümeti"nin iktisadi siyaseti bu asli gayeyi elde etmeye yöneliktir. Efendiler; diyebilirim ki, bugünkü felaket ve sefaletin yegane sebebi, bu hakikatın gafili bulunmuş olmamızdır. Hakikaten, yedi asırdan beri cihanın muhtelif taraflarına sevk ederek kanlarını akıttığımız, kemiklerini topraklarında bıraktığımız ve yedi asırdan beri emeklerini ellerinden alıp israf eylediğimiz ve buna karşılık daima hakaret ve aşağılama ile mukabele ettiğimiz ve bunca fedakarlık ve ihsanlarına karşı nankörlük, küstahlık, cabbarlıkla uşak menzilesine indirmek istediğimiz bu asli sahibin huzurunda büyük bir hicap ve ihtiramla hakiki vaziyetimizi alalım. (Meclis'in Üçüncü Toplantı Yılını Açış Konuşmasından - 1 Mart 1922)

Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti "Ya İstiklal Ya Ölüm" ahdiyle yetişen ilk bağımsızlık subaylarının ordu ve milletimize takdim ve emanet olunduğunu görmekle bahtiyardır. (1 Kasım 1920, "Ankara Subay Adayları Talimgahı Mektebi"nden ilk mezun olanlar için yapılan törendeki konuşmasından)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları, "Afyonkarahisar Dumlupınar Büyük Meydan Muharebesi"nde zalim ve mağrur bir ordunun esas unsurlarını inanılamayacak kadar az bir zamanda imha ettiniz. Büyük ve necip milletimizin fedakarlıklarına layık olduğunuzu ispat ediyorsunuz, sahibiniz olan büyük Türk milleti geleceğinden emin olmaya haklıdır. Muharebe meydanlarındaki maharet ve fedakarlıklarınızı yakından müşahede ve takip ediyorum. Milletimizin hakkınızdaki takdirlerine delalet etmek vazifemi mütemadiyen ve birbiri ardına ifa ediyorum. Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri! (1 Eylül 1922)

Türkiye Cumhuriyeti Devleti devrimcidir.

Türkiye Cumhuriyeti, gayet açık konuşmak mecburiyetindedir. Ben söylüyorum ki, İslam alemi ve Suriye milleti ve devleti tamamıyla ve katiyen bağımsız olmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti'nin arzu ettiği şey, Suriye'nin bağımsız bir devlet olmasıdır. İsterlerse Suriyeliler bizimle dost olurlar veyahut olmazlar. Bu onların bileceği bir şeydir. Fakat Fransızlar bunu istemiyorlar, Suriye'yi kıskıvrak ellerine almak istiyorlar. (21-22.12.1937)

Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en gerçek yol, medeniyet yoludur. Medeniyetin emir ve isteğini yapmak, insan olmak için yeterlidir.

Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına "Türk Milleti" denir.

Türkiye Cumhuriyeti'nin en tehlikeli düşmanı, siyasi düşünceye dönüşen irtica, yobazlık ve şeriat bağnazlığıdır.

Türkiye halkı asırlardan beri hür ve bağımsız yaşamış ve bağımsızlığı hayatın şartı kabul etmiş bir ulusun kahraman çocuklarıdır. Bu ulus bağımlı yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır. (İzmit, 1922)

Türkiye'de tek kimlik Türklük'tür efendiler!

Türkiye halkı mukadderatını birleştirmiş, hissen ve dinen birbirine kalplerini bağlamış insanlardan meydana gelmektedir ve bunlar içinde ırken muhtelif olanlar bulunmaktadır. (1923 yılı başları)

Türkler, "Cumhuriyet"in muhafazasına, vatanın gelişmesine ve milletin medeniyet ve yükselme yolunda mesaisine mani olmak isteyeceklerin mahkum oldukları felaket ve hüsranı kati olarak ispat etmişlerdir. Muhakkaktır ki, milletimiz takip ettiği kurtuluş ve mesai yolunda ilerlemekten başka bir hal kabul edemez. Şeyh Sait İsyanındaki bastırma harekatının birinci derecede muvaffakiyet sırrı, vatandaşların gösterdiği bu idrak ve candan atılış oldu ise, "Cumhuriyet"in maruz kalabileceği herhangi bir ihtimalde de yine birinci muvaffakiyet etkeni seferberlik davetine derhal ve bir an kaybetmeksizin icabet etmek olacaktır. Vatandaşlarım! Türk vatanının gelişmesi, bütünlüğü ve her tehlikeden korunmuşluğu bir seferberlik davetine derhal icabet etmektedir. Bu düsturu yetişmişlerimizin ve yetişecek evlatlarımızın daima hatırında bulundurmalıyız!

"Türkler ve Fransızlar arasında çok eski bir dostluk vardır. Bunun muhafazası ve kuvvetlenmesi lazımdır. Fransız ordusu çok kıymetli ve eşi bulunmaz bir ordudur. Türk ordusu da aynı vasıflardadır. Bu iki ordu birbiriyle dost olmalıdır. Fransızların Sancak havalisine ve bilhassa sınıra asker getirdiklerini hükümetimden haber aldım. Bu herhalde mahalli emniyeti alakadar eden bir tedbirdir. Ben karşı tedbirleri men ettim. Ben, Sancak meselesinin, her iki tarafın vaziyetini kurtaracak bir şekilde hallini istiyorum. İlhak talep etmiyorum sizden. Vaziyeti iyi bildiğiniz ve Suriye'de bulunmuş olduğunuzdan, sizin Bay Büyükelçi, bizzat Paris'e gitmeniz ve hükümetinizi aydınlatmanız lazımdır. Bu mesele, dostluğumuzu koruyacak ve kuvvetlendirecek şekilde halledilmelidir. Ümit ederim ki, Cenevre'de Fransız delegeleri, 'Ne istiyorsunuz, sizin böyle bir hakkınız olduğunu biz tanımıyoruz' gibi sözler söylemezler. Zira bu, iyi neticeler vermez ve işin bu takdirde ne olacağını da bilemem." (Atatürk'ün 10 Aralık 1936 tarihinde Fransa'nın Ankara Büyükelçisi Henri Ponsot ile Hatay konusunda yaptığı uyarılar içeren görüşmesinden...)

Türküm diyen her şehir, her kasaba ve en küçük Türk köyü, Gaziantepliler'i kahramanlık örneği olarak alabilir.

- U -

Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır. Ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim.

Uyuyan milletler ya ölür ya da köle olarak uyanır!

- Ü -

Ülke mahvolacak derecede bir bölünmeye uğrar ve hükümet ile meclis de bunu kabul ederse, millet hiçbir şey dinlemeden isyan etmelidir.

Ülkesini, yüksek istikbalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.

- V -

Vazifeye atılmak için, içinde bulunduğun vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin!

- Y -

Ya istiklal ya da ölüm!

Ya tarafsız kalarak savaşın sonunda galip gelecek devletlerin bizi koyun gibi parçalayıp yemelerini beklemek ya da tarihimize ve şanımıza yakışır bir biçimde döğüşerek postumuzu elden geldiğince pahalıya satmak! Savaştık, çok iyi savaştık. "Balkan Savaşı"nın "Türk Silahlı Kuvvetleri"ne sürmüş olduğu lekeyi temizledik. (Sabiha Gökçen'e anlattığı anılarından Enver ve Talat Paşalara ilişkin cümlelerinden...)

Yabancı bir devletin güdümüne girmeyi istemek, güçsüzlüğü ve uyuşukluğu benimsemekten başka bir şey değildir!

Yeni Türkiye devletinin yapısının özü milli hakimiyettir, milletin kayıtsız şartsız hakimiyetidir. Bir milletin hakimiyetini idrak etmiş olabilmesi ve onu emniyetle muhafaza altında tutabilmesi, bir takım özel vasıflara ve üstün terbiyeye sahip olmasıyla mümkündür. Bir milletin ki, siyasi terbiyesinde, toplumsal terbiyesinde, vatanperverlik sevgisinde noksan vardır, öyle bir millet hakimiyetini lüzumu derecede kuvvetle elinde tutamaz.

Yeryüzünde gördüğümüz her şey, kadının eseridir.

Yüce Meclis'imizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkez değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden meydana gelen samimi bir topluluktur. Dolayısıyla menfaatlerimiz ortaktır. Kurtarılmasına azmettiğimiz birlik yalnız Türk, yalnız Çerkez değil, hepsinin karışımı bir unsurdur. (1 Mayıs 1920, TBMM'de yaptığı konuşmadan)

Yüksek bir insan topluluğu olan Türk milletinin tarihi bir özelliği de, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir.

Yüzyıllardan beri Türkiye'yi idare edenler çok şeyler düşünmüşlerdir; yalnız bir tek şeyi düşünmemişlerdir, Türkiye'yi! Bu düşüncesizlik yüzünden Türk vatanının, Türk milletinin uğradığı zararlardan ancak Türkiye'de Türkiye'den başka bir şey düşünmemek suretiyle telafi edebiliriz.

- Z -

Zannediyorum ki, milletin bütün fertlerinin hiçbirinden fazla yüksekliğe sahip değilim. Bende fazla teşebbüs görüldüyse, bu benden değil, milletin bileşkesinden çıkan bir teşebbüstür. Sizler olmasaydınız, sizlerin vicdani eğilimleriniz bana dayanak noktası teşkil etmemiş olsaydı, şimdiki teşebbüslerin hiçbiri olamazdı. Millete ait meziyetleri yalnız şahıslarda toplayan ve yoğunlaştıran, milletin zaferlerini ve büyüklüklerini yalnız şahıslara atfeden zihniyet eski idarelerin sistem ve usul meselesinden kaynaklanıyordu. Vaktiyle mevcut devlet ve devletlerin teşekkül mahiyeti sırf bir şahsın menfaatlarını ve arzularını tatmine yönelik idi. Şahısların bu arzu ve emellerinin hizmetinde olan millet, gösterilen büyüklüklerin şerefinden katiyen hissedar olamaz, ancak hata ve beceriksizlik olursa onlar millete atfolunurdu. Bugün bu hal mevcut değilse, millet kendi büyüklüğünü olduğu gibi cihana göstermişse, fazlalık bende değil, mevcut şeklin mahiyetindedir. Bu şekil mevcut oldukça, bu mevkiye çıkacak herkesin yapacağı şey bundan başka türlü olamaz. Fakat bana karşı söylediğiniz sözlerin asıl samimiyeti, bana karşı gösterdiğiniz harekatın asıl ciddiyeti, ancak bugünkü idare şeklinin muhafazasında göstereceğiniz kahramanlıkla sabit olacaktır. (23.03.1923, Afyon)

Zengin bir hatıra mirasına sahip bulunan, beraber yaşamak hususunda ortak arzu ve kabulde samimi olan ve sahip olunan mirasın korunması hususunda iradeleri ortak olan insanların birleşmesinden meydana gelen topluluğa millet adı verilir.

ANDIMIZ

Türk'üm; doğruyum, çalışkanım.
Yasam; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu ve milletimi özümden çok sevmektir.
Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir.
Varlığım, Türk varlığına armağan olsun.

Atatürk İçin Neler Dediler:

Alexandrina, Cantacuzino:

Dünya'da yeni bir dönem başlatan Atatürk, Türk kadınına verdiği haklarla anayı hak ettiği yüksekliğe eriştirdi. Batı'ya verdiği bu dersin unutulması mümkün değildir.

* * *

Altmaier, Peter:

Atatürk tarafından kurulan büyük ve onurlu bir Türkiye daha açık ve demokratik bir toplumu kaldırabilir ki böyle bir ülke birçok Ortadoğu ülkesi ve dünyadaki birçok Müslüman için örnek oluşturabilir.

* * *

Anonim (Söyleyeni Bilinmiyor):

Sadece büyük bir lider, geleceği küçük kalplere emanet eder.

* * *

Aristide, Jean-Bertrand:

Bütün ömrüm boyunca Türkiye'nin lideri Mustafa Kemal Atatürk'ü anlamış ve O'nun ilke ve düşüncelerini uygulamış olmaktan dolayı mutluyum.

* * *

Aspinall-Oglander, Cecil Faber:

Türklere ne mutlu idi ki, 19. Tümen Komutanı Mustafa Kemal'den başkası değidi. Ve kadere hakim olan bu adam, derhal etkin bir komutan kudret ve yeteneği gösterdi. Düşmanın Conkbayırı'na doğru ilerlediğini işitir işitmez, bunun sahte bir harekat olmayıp kuvvetle yapılan ciddi bir taarruz olduğunu anladı. Bu hücumun Türk savunmasının tam kalbine karşı bir tehdit oluşturduğunu derhal değerlendirerek, savaşa bir tabur değil, bütün alayı atmaya karar verdi.

* * *

Balaban, İbrahim:

Bence dünyanın en büyük, en güzel adamı Atatürk. Şuna bak yahu, ne kadar güzel adam...

* * *

Baykam, Bedri:

Yaşadığımız dünyada Atatürk'ün değerini bir kez daha anlıyoruz. O'nun temel felsefesinde, laiklikte din, dil ve ırk ayrımı yoktur.

* * *

Churchill, Winston:

Atatürk sağ olsaydı, dünyanın görüntüsü bugünkünden çok başka olurdu. Keşke sağ olsaydı da, biz o büyük adamın izinden gidebilseydik.

--------

Şu anda mağlubiyeti bütün damarlarımda hissetmekteyim. Çok üzgünüm!.. Oldukça mutluydum, umutluydum. Daha düne kadar "Çanakkale bizimdir" diyordum. Çünkü bu savaşı kazanmak için askeri, parayı, cephaneyi, her şeyi hesaplamıştım. Hepsinde çok üstündük. Mutlaka yenecektik. Yalnız bir şeyi hesaba katmamışız: Mustafa Kemal'i... Bağrımda İngiliz gururu olmasa Türkleri alnından öpmek, onları ayakta alkışlamak isterdim.

* * *

Clinton, Bill:

Bugün millenyumun hiç şüphe yoktur ki tek devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk'tür. Çünkü O, yılın değil asrın lideri olabilmeyi başarmış tek liderdir.

* * *

Dodd, Clement Henry:

Atatürk Devrimi, insan haklarına ve halk egemenliğine dayalı bir devrimdir. Bu devrimde totaliter bir siyasal görüş hiçbir zaman görülmemiştir.

* * *

Farrere, Claude:

Atatürk'ü sizler layıkıyla takdir edemezsiniz. Büyüklüğünü gereği kadar ölçemezsiniz. O, yüce bir dağa benzer. Eteğinde yaşayanlar, bu yüceliği fark edemezler. Bu dağın azametini kavrayabilmek için O'na uzaklardan bakmak gerekir.

* * *

Gandhi, Mahatma:

Şimdi mazlum ve tutsak uluslar artık vazgeçilmez bir reçeteye sahiptir. Mustafa Kemal'in utkusu, Dünya için özgürlük ve bağımsızlık sancağıdır! (30 Ağustos Zaferi'nden yalnızca 8 gün sonra...)

* * *

George, David Lloyd:

1922'de Türk ordularının zaferi neticesi Anadolu'daki emelleri gerçekleşmeyen İngiltere'nin Türk düşmanı olarak bilinen Başbakanı David Lloyd George, "İngiliz Parlamentosu"nda kendisine yöneltilen suçlama ve tenkitleri şöyle cevaplandırmıştır:

- "Arkadaşlar, yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki o büyük dahi çağımızda Türk milletine nasip oldu. Mustafa Kemal'in dehasına karşı elden ne gelirdi?" (David Lloyd George, İngiltere Başbakanı, 1922)

* * *

Hirsch, Ernst:

Atatürk adında bir şahıs hukuki anlamda, artık mevcut değildir. Dolayısıyla O'na yasa yoluyla da bir imtiyaz sağlanması söz konusu olamaz. "Atatürk Aleyhinde İşlenen Suçlar Hakkında Kanun" yolu ile ceza hukuku normlarıyla korunması öngörülen hukuki varlık ve şahıs olarak Atatürk değildir. Burada korunmak istenen "Türkiye Cumhuriyeti"nin kurucusuna karşı Türk milletinde genel olarak, yaygın bulunan hayranlık ve saygı duygusudur. İşte ceza tehdidi altına konulmak istenen davranışlar, halkın içinde yaşamayı sürdüren bu saygı duygusunu, yani merhumun anısını zedelemeye müsait davranışlardır. Bu kanun ile bu olağanüstü şahsiyetin anısını koruma konusunda ben de karınca kararınca bir katkıda bulunabildim.

"Atatürk Aleyhinde İşlenen Suçlar Hakkında Kanun"a karşı çıkanlar, Ticanilere ve bunların saldırılarına besledikleri sempatiyi, birtakım anayasal endişelerin arkasına saklamaya çalışmaktadırlar. (1951)

Atatürk'ün bedenen ölmesi, bütün halkı, bütün tabaka ve çevreleri sarstı. Sanki gerçekten de bütün Türklerin babası ölmüştü. Atatürk'ün naşını içeren lahdin önünden son saygı görevini yerine getirmek amacıyla geçen insan kalabalığı öylesine muazzamdı. Cenaze alayının geçtiği kilometrelerce uzunluktaki caddeler boyunca gözyaşları içinde hıçkıran insanlar duruyordu, bütün pencereler, bütün evler ağlayan insanlarla doluydu. Kortejde yürüyen bizler için, sanki bütün İstanbul bir sel gibi akmış gelmiş ve ağlayan bir duvar oluşturmuştu. 1938 yılının o Kasım günündeki gibi içten bir halk yasını ne daha önce yaşamıştım ne de daha sonra, bir daha böyle bir şeye tanık olmadım.

* * *

Ho Yao Tso:

Türkiye ile Çin arasında tam 3000 yıllık dostluk bağları vardır. Bundan dolayı bu kadar eski bir dost memlekete elçi gönderildiğimden kendimi bahtiyar addediyorum. Memleketinize geldikten sonra Türkiye'de, Çin'e karşı büyük bir teveccüh mevcut olduğunu memnuniyetle gördüm. Yeni Türkiye'de gördüklerim beni hayrette bırakmıştır. Kısa bir müddet zarfında Türk ulusunun yaptığı büyük inkılaplar Uzak Şarktan ulusların bile takdir ve hayranlığını kazanmıştır. Atatürk'ün adı bugün Uzak Şark'ta hürriyetin ve istiklaliyetin timsali olarak kabul edilmiştir. Bunun için Türkiye'nin kıymetli önderlerini yakından görmek, yakından tanımak ve onlardan ders almak üzere Ankara'ya geldik. Yeni Türkiye bizim için canlı bir ibret dersidir. Çin ulusu, Türkiye'nin yürüdüğü yoldan ilerlemeye azmetmiştir. (Ankara, 1934)

* * *

İkbal, Muhammet:

Başlangıçta küçük bir kıvılcım idik,
Atatürk'ün bakışıyla güneş olduk, dünyayı fethettik.
Atınızı şaha kaldırın, bırakın istediği yere gitsin dedi,
Biz hesaplı adım attığımızı sanarak defalarca yenilmiştik...

* * *

İlhan, Attila:

Türklerde, kurtuluşu Doğu'da gören ilk ihtilalci Mustafa Kemal idi.

* * *

Kılıç Ali:

Gazi bizim Gazimiz, kainat ve insanlığın ulu Gazisi... Gaziantep'in yüreğinden coşan sesi dinliyor musun? Bu ses, tek ses olarak neden senin büyük yüreğine akıyor? Gaziantep seninle yeniden kuruldu, çünkü sana inandı, bağlandı. Sana inanan, sana bağlanan kendi varlığına inanır. Hakka inanır, sonsuzluğa bağlanır. Sen her şeysin, Gazisin. Büyük Türk'ün bizzat kendisisin, özüsün, kütük adın Gazi Mustafa Kemal'dir. Fakat doğuş adın, tarih adın, asıl adın Türkiye'dir.

* * *

Koç, Ahmet Vehbi:

Atatürk askeri alanda olduğu gibi, ekonomik alanda da umudu yaratmasını bildi. Kamu iktisadi teşekkülleri O'nun eseridir.

* * *

Körpınar, Mehmet Ali:

Her kim ne yaparsa yapsın, bizlere padişaha kul olma yerine, bağımsız ulus ve özgür vatandaş olma bilincini aşılayan yüce önderimize duyulan sevgi ve saygı, sonsuza kadar kalbimizde ve benliğimizde yaşayacaktır.

* * *

Ludwig, Emil:

Gazi Hazretleri ile görüşmem o kadar kıymetlidir ki, bunu bir-iki kelime ile sınırlama imkanı yoktur. Bütün dünya Gazi Hazretleri'nin yalnız faaliyetini bilir. Fakat ben kendileri ile görüşürken, dünyanın meçhulü olan diğer bir meziyetini keşfettim. Gazi Hazretleri eylem adamı oldukları kadar da bir düşünürdürler.

* * *

Mango, Andrew:

Ben tarafsız olduğuma inanıyorum. Ama Atatürk karşısında tarafsız kalamıyorum.

* * *

Mengi, Güngör:

Atatürk, yerel bir başarı hikayesi değildir. O, evrensel ölçülere bile sığmayan bir kahramandır.

* * *

Moorehead, Alan McCrae:

25 Nisan sabahı Anzakların tam Conkbayırı'nı işgal edecekleri sırada Mustafa Kemal ortaya çıktı. Eğer Boğaz'a hakim tepeler ele geçirilebilseydi o takdirde Türk savunmasının ta kalbine çok ciddi, hatta hayati bir darbe indirilmiş olurdu. O gün Mustafa Kemal, içinde taşan bir sergerdelikle, hatta zaman zaman bir çılgınlıkla savaşmıştı. Devamlı olarak ön saflarda çarpışmaktaydı.

* * *

Nehru, Jawaharlal:

Tükenmiş, çökmüş görünen bir ulusun yeniden doğuşuna en çarpıcı örnek Türkiye'dir. Bunun onuru, büyük ölçüde, her şey kendisine karşı görünürken, boyun eğmeyi reddeden kahraman lider Mustafa Kemal Paşa'dır. Kemal Paşa, sadece ülkesini özgürleştirmekle kalmadı, modernleştirdi, tanınmaz ölçüde değiştirdi. Saltanata ve hilafete, kadının dışlanmasına ve eski adetlere son verdi. Zaferden sonra muazzam bir itibar kazanmış olmasına rağmen dikkatli hareket etti, çünkü bir halkı uzun süreden beri gelenekler ve din temelinde yükselen eski alışkanlıklardan çekip almak kolay değildir.

* * *

Osmanoğlu, Ertuğrul (Sultan Abdülhamit'in Torunu):

Bir şeyi unutmayın. Eğer Mustafa Kemal Paşa olmasaydı hiçbirimiz olmazdık. Yaptığı devrim belki hanedan için kötü oldu ama Türkiye O'nun sayesinde var. Siz, ben, hepimiz varlığımızı O'na borçluyuz.

* * *

Özakman, Turgut:

Avrupa'da ülkesini savaşta zafere kavuşturan birçok komutan vardır. Milletini daha ileri bir toplum yapmak için çalışmış birçok önder vardır. Ama yokluk, yoksulluk içinde ikisini birden başarmış tek bir kişi vardır: Atatürk... Sıfır imkanla işgal edilen vatanını kurtarmış, emperyalizmi ve yardakçılarını yenmiş, ükesini tam bağımsız yapmış, bununla kalmamış milletini çağdaşlaştırmak, kadın-erkek eşitliğini sağlamak, halkını uyandırmak, kalkındırmak için devrimler gerçekleştirmiş, bir doğu ülkesinde demokrasinin kapısını açmış böyle bir önder, bilge, millet atası hiçbir ülkenin tarihinde yer almıyor. Yabancılar işte bu yüzden Atatürk'e saygımızı anlayamıyorlar.

* * *

Roosevelt, Franklin Delano:

Benim üzüntüm, bu adamla tanışmak hususundaki şiddetli arzumun gerçekleşmesine artık imkan kalmamış olmasıdır.

* * *

Sadık, Muhammed:

Mustafa Kemal Atatürk'ün etkisi Türkiye'nin sınırlarını aşarak çok uzaklara erişmiş ve sömürü tutsaklığı altında inleyen herkese esin kaynağı olmuştur. O, yeni bir uyanışın kapısını açmış, Asya'da özgürlüğü başlatmıştır. Türkiye'deki kurtuluş akımıyla Ankara'da sömürgeciliğin ölüm çanlarını çaldırmıştır.

* * *

Salman, Tansu:

Büyük Önder Atatürk, aşmak zorunda kaldığınız çetin ve köklü zorluklara karşı verilen mücadeleyi örnek alarak barışa, özgürlüğe ve laik düzene ulaşmak için akıl ve bilim rehberliğinde ilkelerinizi benimseyerek yol almaya çalışıyoruz. Ülkemize ve tüm insanlığa miras bıraktığınız Cumhuriyet değerlerinin bilincinde olarak çağdaş uygarlık düzeyinde kazandırdığınız devrimlere sahip çıkacağımıza söz veriyoruz.

* * *

Soyak, Hasan Rıza:

Atatürk, "Birinci Dünya Harbi"nden sonra Avrupa'nın muhtelif memleketlerinde, bir takım şeflerin ortaya attıkları ideolojilerle onların tabii neticesi olarak meydana gelen idare sistemlerinin şiddetle aleyhineydi.

* * *

Sütçü İmam Ali:

Her kim ki Mustafa Kemal ve Kuvayı Milliye aleyhine fetva verip düşmanlık yapar, bilin ki onların damarlarında kafir kanı akar!

* * *

Süvari Yakup Çavuş:

Düşman sadece Yunan değildi; İngiliz'i vardı, Yunan'ı vardı, Fransız'ı vardı, İtalyan'ı vardı, Rus'u vardı... Vardı da vardı, bizimse bir Allahımız bir de Paşamız vardı.

* * *

Townshend, Charles:

Ben şimdiye kadar onbeş hükümdar ve cumhurbaşkanı ile özel ve resmi konuşmalar yaptım. Bu geceki kadar ezildiğimi hatırlamıyorum. Mustafa Kemal'de büyük bir ruh kudretinin esrarı var.

* * *

Türker, Masum:

Milletimizin bağımsızlık ve özgürlük mücadelesinde dünya tarihine de damgasını vuran Ulu Önder Atatürk, sadece Türk insanının değil, dünyanın da saygı duyduğu bir lider olarak tarihteki yerini almıştır. Atatürk'ün fikirlerine, düşüncelerine, ilkelerine ve ülkemize armağan ettiği Cumhuriyet'e sahip çıkmak, her Türkiye vatandaşının temel sorumluluğudur.

* * *

Velidedeoğlu, Hıfzı Veldet:

Eğer Atatürk "Kurtuluş Savaşı"nda ve daha sonra yanılgıya düşerek tarihsel fırsatları iyi kullanmasaydı, bugünkü bağımsız "Türkiye Cumhuriyeti" yer yüzünde olamazdı. Bunu görmemek için ya bilinçsizlik içinde ya da Türk vatanına ve O'nun çocuklarına karşı beslenen korkunç kin ve düşmanlığın oluşturduğu ahlaksal bir körlük içinde bulunmak gerekir!

* * *

Yüksel, Zekiye:

Kadının hiçleştirilmesi, aydınlık düşmanlarının karanlığı, Atatürk'e hayranlığımı her geçen gün kat be kat artırıyor.

* * *

Düz Yazılar

Atatürk ile Refii Cevat Ulunay'ın Mülakatından...

Anadolu'ya geçip mücadele etmekten söz eden Mustafa Kemal Paşa ile Refii Cevat Ulunay'ın 4 Şubat 1919 tarihinde İstanbul'daki evinde yaptığı mülakattan:

Sorularımı bitirip veda etmek üzere ayağa kalktığımda dedi ki:

- "Biraz daha oturun lütfen. Soracağınız sorular bitti mi?"

- "Bitti Paşam."

- "Bu vatan içine düştüğü bu felaketten nasıl kurtarılır, istiklaline nasıl kavuşturulur diye bir soru sormanızı beklerdim."

- "Af buyurunuz Paşa hazretleri, bugün bu vatanın kurtulmasını en uzak ihtimalle dahi mümkün görmediğim için böyle bir soru sormadım."

- "Siz yine de böyle bir soru sormuş olunuz, ben de cevabımı vereyim, fakat yazmamak şartıyla. Bakınız Cevat Beyefendi, sizin imkansız gördüğünüz kurtuluş yolları vardır. Bugün herhangi bir teşkilatçı Anadolu'ya geçer de, milleti silahlı bir direnişe hazırlarsa bu yurt kurtarılabilir."

(Heyecanlanmıştım. I. Dünya Harbi süresince gücümüzü öylesine tüketmiştik ki, elimizde hiçbir şey kalmamıştı. Savaşlardan sağ kalanların ise ayakta duracak halleri yoktu.)

- "Nasıl olur Paşam?"

- "Aklınızdan geçenleri tahmin ediyorum, doğrudur. Görünüş tamamen aleyhimizde. Ama düşmanlarımız olan bu büyük devletlerin bir de iç yüzleri var."

- "Nasıl Paşam?"

- "Anlatayım. Siz sanıyor musunuz ki, savaşı kazanmakla müttefikler aralarındaki bütün sorunları çözmüşlerdir? Aralarındaki asıl rekabet şimdi başlayacaktır. Asırlarca birbirleriyle boğuşan Fransızlarla İngilizleri ortak düşman tehlikesi birleştirdi. Şimdi o eski rekabet bıraktıkları yerden tekrar başlayacaktır. İtalya'nın da başı dertte. Onlar da her an bir iç karışıklık yaşayabilirler. Sonuçta Anadolu'da başlayacak bir milli direnişle hiç biri mücadele edecek durumda değildir. Böyle bir mücadelenin tam sırasıdır."

- "Paşam, milli direniş, güzel, ama neyle? Hangi askerle, hangi silahla, hangi parayla? Maalesef Paşam, kupkuru bir çölden farksız oldu bu güzel vatanımız."

- "Öyle görünür Refii Cevat Bey, öyle görünür. Ama çölden bir hayat çıkarmak lazımdır. Çöl sanılan bu alemde saklı ve kuvvetli bir hayat vardır. O, Türk milletidir. Eksik olan şey teşkilattır. Bu teşkilat organize edilebilirse vatan da millet de kurtulur."

* * * * *

Atatürk'ün Ölümünden Sonra...

Sene 1938, 10 Kasım... "İstanbul Üniversitesi"nde saat 9'u 5 geçe meşum haber duyulmuş... Bir Alman profesör var, "Hukuk Fakültesi"nde, O da duymuş, şaşırmış. Derse girsin mi girmesin mi, bir türlü karar verememiş. O sırada aklına rektöre müracaat etmek gelmiş. Kalkıp rektörün yanına gitmiş. Aralarında şu konuşma geçmiş:

- "Efendim, mütereddidim. Acaba ne yapsam?"

- "Sizde büyük bir adam ölünce ne yaparlarsa onu yapın."

İşte o zaman Alman profesör kollarını iki yana sarkıtarak:

- "Bizde bu kadar büyük bir adam ölmedi ki..." demiş!

* * * * *

Delilik

Mazhar Osman, Atatürk ile görüşmektedir. Bir ara Atatürk sorar:

- "Osman Bey, bu delilik nasıl bir şey?"

- Gazi Paşam, az da olsa herkeste bir parça vardır" deyince Atatürk:

- "Ne demek istiyorsun, bende de mi var?"

Hoş sohbet ve sözünü esirgemeyen biri olan Mazhar Osman:

- "Ohoooo... Sizde herkesten bin beteri var. İçeride ve dışarıda dört iklim, yedi cihana kafa tutmak, akıllı adamın yapacağı iş mi?"

Atatürk bu yanıta dakikalarca güler.

* * * * *

Gelibolu'nun Resmi Tarihini Yazan Bir İngiliz Kurmay Subayı

Tarihte çok ender olarak tek bir tümen komutanının gayretleri, yalnızca bir muharebenin gidişatında değil, aynı zamanda, bir harekatın kaderinde ve hatta bir ulusun yazgısında da bu denli derin bir etki bırakabilmiştir!

* * * * *

Türk Askeri Kaçmaz

Mustafa Kemal Paşa haklı olduğu konularda kararlı ve inatçı bir direniş gösterirdi.

Daha genç bir subayken neredeyse Padişah'a bile karşı çıkarak yanında Alman subayları varken görüşmeye girmemekte israr eder.

O gün Padişah'ın yanından çıktığında "Balkan Muharebesi" kumandanları salonun bir köşesinde konuşmaktadırlar. Bir kumandan şöyle demektedir:

- "Efendim, bu Türk erlerinden hayır yoktur; bunlar hayvan sürüsüdür, yalnız kaçmayı bilirler. Allah muhafaza etsin, böyle bir sürüye kimseyi kumandan etmesin."

Mustafa Kemal Paşa "Kendi vaziyetimi unuttum" diye anlatır sonradan bu sahneyi ve kumandana söylediklerini aktarır:

- "Paşam, biz de askeriz, biz de bu orduya kumanda etmiş adamız. Türk eri kaçmaz, kaçmak nedir bilmez. Eğer Türk erinin kaçtığını görmüşseniz, derhal kabul edilmelidir ki, onun başında bulunan en büyük kumandan kaçmıştır. Eğer siz kaçtığınızın alçaklığını Türk erlerine yüklemek istiyorsanız, insafsızlık ediyorsunuz."

* * * * *

Yenmeyen Tavuk

O gün Duatepe'de düşmanın iniltisini sevinç gözyaşları ile kutluyorduk. Mürettep Kolordumuzun Kurmay Başkanı Hayrullah (Fişek), bir akşam yemeği hazırlamıştı. Ortada bir cılız tavuk ile, dört-beş dilim siyah ekmekten başka bir şey yoktu.

Dünden beri ağzımıza en ufak bir lokma girmemişti. Gazi Paşa, İsmet Paşa, ben, Kazım Bey (Özalp) sofraya bağdaş kurduk. Hayrullah Bey (Fişek), Tevfik Bey (Bıyıklıoğlu), Salih Bey (Bozok) biraz uzaktaydılar. Atatürk, Kolordu Komutanı Kazım Bey'e (Özalp) dönerek:

- "Erlere yiyecek ne verebildiniz?" dedi.

 Kazım (Özalp) Bey şaşırdı, durakladı; Kurmay Başkanı'na dönerek:

- "Hayrullah Bey, erlere ne verebildik?" diye sordu.

- "Efendim, dün sabah tedarik ettiğimiz buğdayı kavurmaları için birliklere dağıtmıştık..."

Mustafa Kemal Paşa biraz durakladıktan sonra ayağa kalktı ve tavuğa el atmadan yürüdü... Biz de O'nu takip ettik. Diğer arkadaşlar da ne tavuğa ne de bir dilim ekmeğe el sürebilmişti. O akşam hepimiz aç yattık...

"Garp Cephesi Kurmay Başkanı Asım Gündüz'ün Hatıraları'ndan..."

* * * * *